BİYOGRAFİ
Feyzi Akkaya’nın Hayatının Kilometre Taşları
Doğma büyüme Üsküdarlı
1907
Osmanlı paşalarından Tatar Osman Paşa'nın  torunu olan Feyzi Akkaya, 
             23 Aralık 1907’de   İstanbul Üsküdar'da dünyaya geldi.
Ortaokuldan direkt üniversiteye
1916-1932
19 yaşında üniversiteye  girdiğinde, elinde lise değil, ortaokul diploması vardı. Fazlaca uzamış  ortaokul hayatından sonra, dönemin şartları izin vermiş ve bir sınava girerek  doğruca üniversiteye kaydolabilmişti.
Yüksek öğrenimini İstanbul Yüksek Mühendis Mektebi’nde (İstanbul Teknik Üniversitesi) tamamladı, 1932’de bu üniversiteden birincilikle mezun oldu.
Büyük ortakla tanışma
Üniversitede, sonraki yıllarda büyük fikir ve iş arkadaşı olacak Sezai Türkeş ile tanıştı. 40 yılı devirmiş bu ortaklık öylesine kuvvetlidir ki; günümüzde bile Feyzi Akkaya’dan bahsedildi mi Sezai Türkeş, Sezai Türkeş’ten söz edildi mi Feyzi Akkaya’nın adı anılmadan geçilemez.
İlk iş tecrübesi ve askerlik
1932-1935
İş hayatına atıldı; Bayındırlık Bakanlığı’nda çalıştı.  Bu dönemde ilk kez Anadolu seyahatine çıktı; mühendislik hayatının ilk  tecrübelerini ve zorluklarını yaşadı:
             “Bugün karayolları haritasını açarsanız, güzel bir  şebekeye sahip olduğumuzu görürsünüz. Gaza basarsanız Edirne’den Van’a iki  günde, rahat rahat varırsınız, fakat bu şebekenin inşaatına 1950’lerden sonra  başlanıldı. Biz ise daha 1932’deyiz… Arada 18 sene var! O zamanlar ben  motosikletle, İstanbul’dan İzmit’e, ham yollardan, dereleri sallarla geçmek  şartiyle, Şile-Ağva-Kandıra üzerinden ancak 12 saatte varabilmiştim. Başka yol  da yoktu!..”
           
Atatürk ile sigara…
İlk askerliğini İstanbul’da  tamamladı. Akkaya, askerliği sırasında manevrayı izlemeye gelen, büyük  hayranlık duyduğu Atatürk’e dair bir anısını şöyle nakleder:
             “Atatürk, o toz gözlüklü yumuşak kasketli meşhur  kıyafetiyle önümüzden yavaş yavaş geçti. 6 adımdan başlayıp 3 adım geçinceye  kadar, usulüne göre cephe alıp selam durduk. Atatürk, oradaki bir kır  kahvesinin çardağına yürüyüp bir masa başında oturdu. Etrafında derhal rütbe  sırasına göre daireler oluştu. Tabii biz asteğmenler, en arka daireyi teşkil  ettik. Atatürk paketini çıkarıp bir sigara yaktı. Yanımda duran Üsküdarlı Hadi  de, paketine davrandı, bir sigara yaktı. “Hey anam! Atatürk’le beraber sigara  içiyoruz” deyip, derin nefesler çekmeye başladı. Fırsatı ben de kaçırmadım. O  gün, Atatürk’le beraber sigara içtiğimiz tek gündür.”
Özel sektörle tanışma
1935-1942
Askerliğin  ardından özel sektördeki iş hayatı başladı. Zamanın tanınmış müteahhitlerinden  Sadık Diri-Halit Köprücü İnşaat Kollektif Şirketi’ne girdi. Burada Teknik Büro  Mühendisi ve Şantiye Şefi olarak 7 yıl çalıştı. Bu dönemde yolları Sezai Türkeş  ile zaman zaman çakıştı, zaman zaman ayrıldı.
Ve efsane şirket STFA
1943
İkinci askerliğini Çanakkale’de tamamladıktan sonra,  üniversiteden sınıf arkadaşı Sezai Türkeş ile  ölünceye kadar sürecek fikir ve iş ortaklığı başladı. Ortaklığın başlangıç  cümlesi, “Büyük bir iş alalım,  başına beraber çökelim” idi.
Akkaya, Türkeş ile  aralarındaki güçlü ortaklığın sırrını şöyle açıklamıştı: 
             “Ortaklık tarihinden evvel ve sonra bugüne kadar Sezai’yle birçok  bağrışmamız olmuştur, fakat hiç kavga etmedik; çok para sıkıntısı çektiğimiz  günler de olmuştur, ama hiç hesaplaşmadık.”
Ortaklar, isimlerinin baş harflerini kullanarak, kurdukları şirkete “STFA İnşaat Müteahhitliği” adını verdi. Bu, 1976'da kurulan ve zaman içinde çatısı altında onlarca şirket toplayan STFA Holding'in temeliydi.
“Suça iştiraki nazikçe reddetmeliydim”
ST-FA için alınan işlerin  öngörülen tarihten önce tamamlanması ve kalite vazgeçilmezdi. Ortakların, iş  ahlakından sapmaması da firmanın kazandığı güvenin sırlarından biriydi. İşte,  bu konuya dair çarpıcı bir anı:
             “Bakanlık, inşa edeceği 37 limanın projelerinin  yapılması işini, bir kuzey memleketine ihale etmişti. Biz de ikinci müteahhit  olarak onlara, Karadeniz’dekilerinin sondajlarını  yapıyorduk. Şirketin adamları, bir gün  tercümanlarıyla beraber,  kalabalık bir  grup halinde, yazıhaneye doldular. Sezai’yle konuştular ama o, işi bana havale  etti. İstekleri pek basitti: Yarısert killerin, profillerinde “sert” olarak  gösterilmesini istiyorlardı. Sebebiyse aradaki iki misli fiyat farkını  alabilmek!.. Ne kadar olsa “işverenlerimiz”diler, suça iştiraki daha nazikçe  reddetmeliydim:
- Peki, ama ilerde yapacağınız projelerde, bu profilleri kullanacaksınız. Yanlış isimlendirilmiş profillerle, yanılmış olmayacak mısınız?
- Örselenmemiş tüp numuneler, laboratuarda bize hakiki değerleri verirler.
Artık kabaca geri çevirmekten başka çarem kalmamıştı:
- Ben, işçilerimin ahlakını, sizin hatırınız için dahi olsa bozamam…
Esen soğuk havada, içtikleri çay bile onları  ısıtamadı, çıkıp gittiler!..
             Maksadım kuzeylileri kötülemek değil; “insan” denilen  şu yaratık, her yerde çeşit çeşit”.
1943-1973
Köprü  inşaatları ve temel kazıkları konularında yoğunlaşan STFA, daha sonra ağır  inşaat sahalarına, liman inşaatlarına, temel kazıkları üstündeki derin su tipi  iskelelere, anahtar teslimi endüstri tesislerine ve enerji nakil hatları  inşaatlarına girdi.
Yurtiçinde çeşitli köprü, iskele, liman, baraj, tünel ve yüksek gerilim hatları inşa ettiler. (Sivas-Erzurum demiryolları köprüleri, Kuşadası, Bartın ve Ereğli limanları ve Kadıncık Hidroelektrik Santralı)
Hollandalıları memleketten yolladılar
Ereğli Demir Çelik Fabrikası Limanı ihalesi için Hollandalılar işi kısa sürede bitirmeyi vadeden bir proje hazırlar. ST-FA, bunu gerçekçi bulmaz ve alternatif bir teklif hazırlar. Teklif şartnameye uygun değildir ama ST-FA işi almayı başarır.
 Alternatif teklif zarfını kaparken Feyzi  Akkaya, Sezai Türkeş’e itiraz eder:
             “Sezai, bu zarf, eksiltme şartnamesi  isteklerine uygun değil… Buna dayanıp bizi bal gibi ekarte edebilirler…
- Oğlum, ben kumarbazım… Ya kazanırım, ya kaybederim. Karşımızdaki devlet dairesi değil, işi dilediğine verme yetkisine sahip bir şirket…
(…) Bu vuruşmayla liman inşaatlarında son ecnebi firma olan Hollandalıları memleketten selametlemek bizlere nasib olmuştur. Hakikaten, Ereğli’ye ayak bastığımız gün, Hollandalıların bütün makine ve teçhizatının şantiyeye taşınmış olduğunu görmüştük. Belliydi ki kendilerini bu mukavelenin doğal sahibi görüyorlardı.”
“Beton toprağın altında kalsa da güzel olacaktır”
İkili, kısa bir sürede, yapılan işlerdeki yüksek kalite, işlerin zamanından önce teslim edilmesi, modern teknoloji ve usullerin ülkeye getirilmesi, mühendislik bilimleri dalında ve özellikle inşaat kesiminde literatüre geçen yeni usuller, makinalar ve proseslerin bulunması ile dikkat çekti.
“Beton, toprağın altında  kalsa da güzel olacaktır” diyen Akkaya’nın, kitabında aktardığı bir anısı da,  ortakların kaliteye ve güvene verdikleri önemi simgeliyor: 
             “Karayollarının  Cizre Köprüsü sondajlarını yaparken, idare bizden Dicle’nin köprü aksı  profilini de çıkartıvermemizi istemişti. Tabii ki yerine getirmiştik. Birkaç  sene sonra, köprü inşa edilirken ne sondajların ne de profilinin yerine  uydukları dedikodusu kulağımıza geldi. Sezai, o işi yürüten ustabaşı Nurettin’i  çağırdı:
- Derhal Cizre’ye gideceksin. Eğer bana Karayolları Bölge Müdürlüğü’nden, sondajların ve profilin, yerlerine tam uygunluğu hakkında resmi bir yazı getirmezsen kovulacaksın!..
10 gün sonra Nurettin, Bölge’nin yazısıyla yazıhaneye  geldi:
             - Köprü yeri bir kilometre kadar aşağı  kaydırıldığından, sondajların ve profilin uymaması pek tabiidir. İlginize  teşekkür ederiz. (imza-mühür)
             Yazıyı aynen Bakanlığa, dedikodu sahibine  postalamıştık!..”
Ve Türk müteahhitler için bir ilk: Yurtdışı!
Sezai Türkeş, STFA’nın artık yurtdışına açılma zamanının geldiğini düşünüyor ve sürekli olarak işleri kovalıyordu. Sonunda uygun an geldi; STFA, 1972 yılında Libya'da Trablus Limanı İnşaatı İhalesi'ne katıldı. Büyük çabalar sonunda, 1973 başında, ilk yurtdışı sözleşmesini imzaladılar.
Libya’da yerleşmiş kalabalık yabancı firma topluluğu arasına girebilmek, orada firmanın kendini tekrar ispat etmesi güç oldu, ancak STFA bunun da üstesinden gelmeyi başardı; daha sonra Suudi Arabistan, Libya, İran ve Tunus'ta da işler aldı.
STFA, bu memleketlere ilk giren ve kazandığı güven ve itibarla kapıyı Türk müteahhitlerine açan firma oldu. Ağır inşaat sektörü yerli müteahhitlere açıldı.
Yabancı ülkelerde yaşamayı sevmezdi
Ancak Feyzi Akkaya, “O dünyayı babasının evi gibi görür” dediği  ortağının aksine, yabancı ülkelerde uzun süre bulunmaktan hep kaçındı:
             “Ne kadar güzel olursa olsunlar, bana ait olmayan bu  yerlerden uzak durmayı yeğlerim. Bugün prensip kararlarımdan bir tanesi de  memleket dışına çıkmamaktır. Sezai’ye gelince… O, bütün dünyayı babasının evi  gibi görmektedir… Bombay’dan kundura alır, Şetland adalarına ceketsiz gider,  Okinava’da artırmaya girer…”
İdare ettiği son şantiye
1970
Aliağa  Petrol Terminali şantiyesi, Akkaya’nın sorumlu olarak idare ettiği son şantiye  oldu. 63 yaşını devirmiş, meslek hayatının 38’inci yılına girmişti. Sonraki  seneler, ST-FA’nın şantiyelerinde, bazı işlere yardımcı olmak için kısa  misafirliklerle geçti.
Üniversitesinden büyük onur
1976
Mühendislik alanındaki büyük katkıları,  modern teknolojinin ülkemize getirilmesi ve Türk teknolojisinin yurtdışında  tanıtılmasındaki üstün hizmetleri nedeniyle Feyzi Akkaya’ya mezun olduğu İTÜ'den “doktor” unvanı verildi.
Servetini eğitime yatırdı
1978
Feyzi Akkaya, kendi adını taşıyan Feyzi Akkaya Temel Eğitim  Vakfı'nı kurdu. Akkaya’nın servetinin tamamını bağışladığı vakıf, yetişmiş  teknik eleman eksikliğinin giderilmesi amacını taşıyordu. Vakıf, kurulduğu günden  bu yana onbinlerce öğrenciye karşılıksız burs verdi. Ayrıca, biri İzmit-Bayramoğlu'da, diğeri  Muş-Malazgirt'te iki endüstri meslek lisesi inşa edip donatarak Milli Eğitim'e  devretti.
Yurda dönüş
1980
Feyzi Akkaya’nın ardından, Sezai  Türkeş de 1980 yılının Mayıs ayında, 72 yaşında, Suudi Arabistan’dan memlekete  döndü. Bu, başında bulunup idare ettiği son şantiyesi oldu. Akkaya ise bu  dönemde ilerlemiş yaşının keyfini sürüyordu:
             “Merkez ofisimizin, kapısında “Senato” yazılı bir  odası vardır. Bu oda, yetmişini geçip emekli olanların toplanıp çene  yarıştırmaları için ayrılmıştır. İsmine rağmen bu odada katiyen işten  konuşulmaz ve “Hindistan’ın vaziyetine düşmeden, memlekette ciddi bir nüfus  planlaması gerektiği” gibi senatörlük konularına da girişilmez, yalnızca – elde  sade kahve fincanlarıyla – geçmiş günlerin tatlı hikayeleri anlatılır. Ben,  Senato’nun sadık üyelerindendim. Haftada iki gün, öğleden sonra iki saat,  vaktimi orada harcıyordum.
             Sezai’yi Senato’ya çekemedik. O, üst kattaki masasının  başında, sudan çıkmış balığa dönmüştü.”
1982
Genç yöneticilerin işleri ele aldığı bu dönemde, ST-FA’da dikkatini tekrar  Türkiye’ye çevirdi. Şirket, İkinci Boğaz Köprüsü ve çevre yolları, Orhaneli Termik Santrali, Haliç Tünelleri, Galata Köprüsü gibi çok önemli projelerde  teknik yeteneğini ülke hizmetine sundu.
Meşhur “Kırmızı Kutu”
Mesleğinin doruğuna ulaşmış olan Akkaya, bu yıllarda, hayatını Alemdağ'daki lüksten uzak evinde geçiriyordu. Evde kalorifer ve telefon bile bulunmuyordu.
Bu büyük bahçeli evde kendi yaptığı bastonları, sandalları, tabloları, kümes hayvanları, tüfekleri ve av köpekleriyle birlikte yaşıyordu.
Zaman zaman genç meslektaşları tarafından ziyaret edilen ve görüşleri sorulan Akkaya, danışmaya gelenlerden “Kırmızı Kutu”ya para atmalarını isterdi. Eski bir karpit kazanı olan kutuya atılan paralardan köy mektepleriyle spor kulüpleri yararlanıyordu.
Akkaya, yine o muzip  yaklaşımıyla şöyle diyordu: 
             “Asıl maksadım, danışmaya gelenlerin ayaklarını  kesmekti… Şimdi artık boş… Uğrayan kalmadı.”
Kalem son kez elde ve tam inziva
1983
Akkaya’nın  mühendislik alanında “eline kalemi aldığı” son iş, STFA’nın Tunus projesi oldu.  Akkaya, bu tarihte bütün yönetim kurullarından istifa etmiş ve tam inzivaya  çekilmişti. Şirketin merkezine haftada iki gün gerçekleştirdiği ziyaretleri de  haftada bire indirmişti. 
STFA’nın başındaki Eser  Tümen, bir gün Tunus projesiyle ilgili görüşünü sordu. Başta ayak dirediyse de,  eline kalemi kağıdı aldı, son kez hesap kitap yaptı ve 1 hafta boyunca çalıştı.  Sonra noktayı koydu: 
             “80’ime iki sene kalmıştı ve bundan sonra artık elime  bir daha kalem almadım.”
Türkiye’nin ilk “Üstün Hizmet Ödülü”
1989
Boğaziçi Üniversitesi, Feyzi Akkaya’ya  “Fahri Doktor” unvanı verdi.
1990
Türkiye'de ilk defa “Devlet Üstün Hizmet Madalyası”,  Feyzi Akkaya ve Sezai Türkeş’e verildi.
Literatüre geçti
Feyzi Akkaya, meslek hayatı  boyunca onlarca buluşa imza attı; bunlardan bazıları literatüre geçti, bazıları  ise Türk Tezi olarak kabul edildi. Kendisi buluşlarını pek önemsememiş, hatta  bunu kitabında da şöyle anlatmıştır:
             “Adıma tescilli patentlere bakarak beni, yeni icatlar peşinde koşmuş  biri sanabilirsiniz… Halbuki bunlar, başımız sıkıştığı zaman, yalnızca  problemlerimizin çözümü için ele alınmış dizaynlardır. Rekabet şartlarının  zorlaması sebebiyle patente başvurulmuştur.”
Hollandalı uyardı, patent aldılar!
Akkaya’nın ilk patentini  alması, bir dönem birlikte çalıştığı Hollandalı profesörün kendisini  uyarmasıyla gerçekleşti:
              “Hollanda’dan  bir telgraf geldi:
             ‘Bir Fransız firması sizin prensiplerinizle çalışan  bir derin sonda düzenini geliştirmektedir stop Firmanın Türkiye’de de şubesi  vardır stop Sizi orada engelleyebilirler stop Çabuk patent alınız stop  Huizinga.’
             Profesörün adresini bilmediğimiz için teşekkür  edemediğimize Sezai ve ben çok üzülmüştük. Muamelesini bilmediğimiz için epey  bocaladığımız ve 60 Türk lirası karşılığıyla aldığımız ilk patent budur.”
Sıradışı yöntemler ve icatlardan bazıları
* Sivas’taki demiryolu  inşaatı sırasında 441 No’lu köprüde çarpılma meydana gelmişti. 
             1 aylık düzeltme işleminin  ardından, sıra beton dökmeye geldi. Bu işlemden önce, Akkaya, kemerdeki  gerilimi test etmek için sıradışı bir yönteme başvurdu, köprüye keman teli  gerdi!
  “İntizamından çıkmış olan demir kafes iskeleye  güvenemiyordum. Betondan evvel bunun kritik elemanlarına paralel olarak  gerdiğim telleri ağız mızıkasıyla “la” sesine akort edip kontrol altına  almıştım. Betonun döküldüğü iki gün, ben kemerin altından hiç çıkmadım. Ömrüm,  örümcek gibi tırmanıp bu telleri tıngırdatmak, Kadri Veziroğlu’nun her yarım  saatte bir getirdiği, kemerin hareketlerini gösteren listeyi tetkik edip,  bağlantıların gerekenlerini boşaltıp, gerekenleri gerdirmek ve tepemdeki  betonculara, hangi bloka yüklemeleri gerektiğini bağırmakla, geçti. Beton  bittiği akşam, pantolonumun diz kapaklarında ve dibinde dört pencere  açılmıştı!..”
Bu yöntem, günümüzde aynı iş için kullanılan 'Meihak Gauge'lerin habercisi olarak gösteriliyor.
* Adana’da boru temizlemek için ABD’den teçhizat alan komşu şantiyeye karşılık, kirpi gibi yürüyerek boruyu temizleyen aygıtı tasarlayarak kullandı.
* Zemin inceleme sondajları ve kazık çakılması ile ilgili “zorluk emsali” kavramını ortaya koyarak, kazık boyunun pratik olarak ve büyük isabetle tayinini sağladı.
Doğaya düşkünlük
Feyzi Akkaya, “Ömrümüzün Kilometre Taşları” adlı otobiyografik kitabında, bir doğa aşığı olduğunu belirtir ve sözü sık sık bu noktaya getirir. Hayvan hakları bilincinin yeterince gelişmediği o dönemlerde; bilinçsiz avcılığa, nakliye için kullanılan yük hayvanlarına yapılan eziyetlere karşı durur:
- “O eski Şirin Sansa ölmüş, etraf kuru kayaların sessizliğine gömülmüştü. (…) Şimdi 1988’deyiz ve bütün memleket tamamen kurumuş durumda bulunuyor. Türk Milleti, şimdi dağ keçisiz ve kekliksiz, bu topraklar üzerinde tek başına yaşamaktadır. Resmi Gazete’de her sene neşredilen av mevsimi ve şartlarını bildiren yazıların mürekkebine acıyorum! Çünkü, şimdiye kadar bu kararların uygulanmasını kontrol edecek bir sorumluya rastlamak bahtiyarlığına erişememiş bulunuyorum… (…) Yalnız iki ayaklılarla dolu, kuş sesleri işitilmeyen, çakalsız, tilkisiz bir dünya acaba daha mı güzel?..”
- “Doğaya hayranım. Zehirli zehirsiz bütün bitkileri, böcekleri, insan denilen bencil mahluk şüpheli olmak üzere bütün canlıları, severim. Galiba bunlara saygı da duyarım.”
- “O ücra köşede hayvanlarla da ayrı bir dostluğumuz vardı. Kışın karda aç kalan bir sürü serçeyle barakada beraber hayat geçiriyorduk. Elimizle uzanacağımız yükseklikteki tavanımızın kavaklarının arası serçelerle doluydu. Salonda etrafına sekiz on kişi toplandığımız yemek masamızın tepesinde hiç kıpırtısız bekleşirler, sandalyelerimizin geri itilme gıcırtısıyla beraber bizim kalkmamızı beklemeden, masaya yüzlercesi aynı anda, bir horultuyla üşüşürlerdi. Kalkmadan evvel onlara ekmek kırıntıları hazırlardık.”
“Mühendisliğin Kurtuluş Savaşı” bu kitapta
Feyzi Akkaya, engin mühendislik birikimini “Şantiye El Kitabı” adlı 11 ciltlik seri eserde topladı.
Akkaya’nın ayrıca''Ömrümüzün  Kilometre Taşları'' adlı otobiyografik bir kitabı da 
             bulunuyor. İnşaat Mühendisleri  Odası Başkanı Cemal Gökçe,bu kitapta anlatılanları,
             “İnşaat mühendisliğinin  Kurtuluş Savaşı” olarak nitelemiştir.
Ve ebedi inziva
2004
Feyzi Akkaya, 9 Aralık 2004 tarihinde, 97 yaşında İstanbul'da vefat etti.
* Bu bölümde, tırnak içinde kullanılan ifadeler, Feyzi Akkaya’nın “Ömrümüzün Kilometre Taşları” adlı kitabından alıntılanmıştır.
** “Ömrümüzün Kilometre Taşları” kitabına Feyzi Akkaya Temel Eğitim Vakfı'ndan ulaşılabilir.

